Kategori: BLOG
Önce Kendini Sev
Önce Kendini Sev
Her şeyden önce başarmak istediğimiz ne varsa kendimizi severek başlamalıyız. Aksi takdirdeyaptığımız hiçbir şey tam anlamıyla bizi mutlu etmez ve bizi psikolojik doyuma ulaştırmaz.
Ben, kendim, özüm bunun gibi kelimeleri belki de her gün sıkça duyuyorsunuz. Kendimize olan sevgimizi, kendimize karşı davranışlarımızı ve kendimiz hakkında olan düşüncelerimizi tanımlamak için illa ki bu kelimelerden birini kullanıyoruz. Hatta belki farklı cümleler içerisinde farklı anlamlarda kullanıyoruz bu kelimeleri.
Peki, öz değer, ya da kendi değerimiz dediğimiz durum nedir. Hiç düşündünüz mü bunu?
Kendinize ne kadar değer veriyorsunuz, kendinizi nasıl görüyorsunuz.
Hadi yazının devamını okumadan önce durup bir düşünün. Umarım düşünebilme şansınız olmuştur. Ben de sizlere bu soruyu sormadan önce düşündüm.
Kendime ne kadar değer veriyorum, hem de uzunca bir süre düşündüm. Kendime ne kadar değer veriyorum. Bunu belki de kendime daha sık sormalıyım. Çünkü düşününce çok büyük bir farkındalık geldi aslında. Kendime değerimi başkalarının gözünden vermek en büyük hatalarımdan biri olmuştu hep ve bunu değiştirmek ve anlamlandırmak istedim. Bu sorunun cevabı aslında çok da kolay
verebileceğimiz bir cevap değil. Zaman içerisinde, kendimize ve başkalarına olan tavırlarımızla da biraz kendimize verdiğimiz değerin farkına varıyoruz.
İşte bu noktada öncelikle öz değer kavramı bir inceleyelim.
1979 yılında Covington ve Beery öz değer
üzerine bir araştırma yapıyorlar ve aslında öz değerin kendini kabullenmekle ortaya çıktığını görüyorlar yani kendini kabullenmekten kast ettikleri ise başarılarla kazanılan yani başkalarıyla yarışırken kazanılan durumlar olduğunu ortaya çıkarıyorlar. Aslında kısaca buradan da anladığımız başkalarıyla yarış içinde olduğumuz bu dünyada, kazandığımız her durum dolaylı olarak öz değerimizi
artırmaya meyilli olduğumuz gibi, başarısız olduğumuz her durumda da öz değerimizi azaltmaya meyilli oluyoruz. Ama kazanmak ve yarışmak dışında da öz değerimize katkıda bulunacak birçok farklı durum var aslında.
Kendimizi değerli bulduğumuz noktada başkalarına verdiğimiz değerinde arttığını ve bununla bağlantılı olarak başkalarına verdiğimiz değer azaldığı zaman kendi değerimizi de azalttığımızı fark edeceğiz. Öz değer çok hassas bir kavram aslında. Mesela iş hayatımıza etkisini düşünelim.
Öz güveni, öz değeri yüksek olan bir insan rahatlıkla hissettiklerini ve düşündüklerini karşısındaki insana ifade
edebilir ve bunu yaparken karşısındakinin değerini de düşürmez. Bu sadece iş dünyası değil aynı zamanda kişisel ilişkilerde de geçerlidir.
Bu günlerde özellikle kendi değerimizi sosyal medya üzerinden değerlendiriyoruz, görünüşümüz, kıyafetlerimiz, yediklerimiz, gittiğimiz restoranlar, kafeler, takıldığımız insanlar, hatta yaşadığımız yer.
Bunların hepsinin öz değerimizi etkilemesine o kadar çok izin verdik ki, sonuçta öz değerimiz bizim kendi kendimizi değerlendirdiğimiz değil başkalarını referans alarak kendimizi değerlendirdiğimiz bir kavrama dönüştü.
Aslında öz değer hayatımızdaki birçok alanda zaten bize yardımcı olabilecekken, biz değerimizi alanları değiştirerek artırmaya çalıştık. Sosyal medyada bizi ne kadar insanın takip ettiği, notlarımızın yüksek olması, aldığımız ödüller, kilomuz, boyumuz. Oysaki bunların öz değerimiz üzerine etkisi olmamalı.
Çünkü bunlar bizimle alakalı olan durumlar değil, bunlar dışarıdan bakan insanların süreçleri, bizim sürecimiz, öz yani kendi sürecimiz ise onlarınkinden bambaşka ve herkesin süreci kendine özeldir.
Hepimizin içinde bir yargıç olduğunu düşünelim. Yaptığımız her işi, söylediğimiz her sözü doğru ve ya yanlış olarak değerlendiren bir yargıç. İsterseniz buna kişilik kısımları da diyebilirsiniz. Öyle bir yargıç düşünün ki, sizi her daim izliyor, başarılarımızı ve başarısızlıklarımızı, yaptığımız çalışmaları inceliyor ve sonunda bir karara varıyor… Suçlu ya da suçsuz. Aslında bu içimizdeki yargıç öz değerimizi, öz güvenimizi, kendimize karşı olan şefkatimizi belirliyor. Acaba değerli biri miyim, yoksa çöpe atsan bile
kimsenin umurunda olmaz mıyım?
Bunlar hep içimizdeki yargıcın kararlarına bağlı olarak gelişiyor. Bu yargıç bazen sevecen oluyor, bazen değer veren bir yargıç oluyor ama sıkça aslında bizi eleştiren ve bize kızan bir yargıç oluyor. “burada onu söylememeliydin, yanlış bir şey yaptın” diyen ve sert
davranan yargıç oluyor.
Aslında bu yargıç her ne kadar bizim iç sesimiz olarak değerlendirdiğimiz bir ses olsa da, bu yargıcın bir zamanlar bizim dışımızdaki insanların seslerini yansıttığını unutmayalım. İki farklı insan düşünün.
Hayatlarında hemen hemen yaptıkları şeyler aynı, geçtikleri süreç aynı ama biri kendi değerinin farkındayken diğeri değerini hiç bilmiyor. Aslında ikisi de aynı okullarda okumuş, aynı işi yapan belki de aynı maaşı alan insanlar. Tek bir farkla yıllarca beyinlere kodlanan, içlerindeki yargıca katkıda bulunan sesler ikisinde de farklıydı. Bir tanesi şefkatli ve sevecen bir ebeveynin seslerini
içselleştirirken, diğeri eleştirel bir ebeveynin sesini, tonlamasını içselleştirmiş olabilir. Yani demem o ki, yetiştirilme tarzımız, büyürken bize öğretilen, gözlemlediğimiz, kendi kendimize öğrendiğimiz ve öğrenirken beynimize işlediğimiz her durum, her düşünce, her biliş, her ses, her koku, her eleştiri, sevgi şefkat, öfke kısacası her duygu ve durum bizi bugün biz yapıyor ve içimizdeki yargıcın o kadar
sert ve eleştirel olmasına sebep oluyor.
Şimdi, eğer kendinize verdiğiniz değeri yazının başında düşündüyseniz, bir de içinizdeki yargıca kulak verin. O yargıç size ne diyor? Bu cümleleri tamamladığınız zaman kendinize nasıl yaklaştığınızı ve içinizdeki yargıcın size nasıl bir gözle baktığını daha kolay görebilirsiniz.
Başarılı olduğumda kendime genellikle….derim.
Başarısız olduğumda ve aptalca bir şey yaptığımda kendime genellikle…derim.
Tembel hissettiğim zaman içimdeki ses bana….der.
Birine kızdığım zaman içimdeki ses…der.
İşte bu noktada kendimizi yargılamamız gerektiğini söylemeyiz ama içimizdeki yargıcın her zaman kötü olmadığını hatırlamakta da fayda var. Bazen içimizdeki yargıca iyiyi ve kötüyü ayırt etmesi ve bize yol göstermesi için ihtiyaç duyarız. Ama önemli olan içimizdeki yargıcın bize nazik, anlayışlı, mantıklı ve yardımcı bir yargıç olmasıdır.
Artık kendinize yeni bir gözle bakabilmeniz gerekir. Belki geçmişinizde size nazik davranan, size karşı sevecen olan başka sesleri daha ön plana çıkarabilirsiniz. Daha sonra kendinizi daha az yargılayıp, herkes gibi özel olduğunuzu ve herkes gibi sizin de hatalarınız olabileceğini unutmamalısınız.
Kendinize karşı şefkatli ve nazik olmalısınız ki bu şekilde hem kendi değerinizi hem de çevrenizdeki insanların değerini daha fazla anlayabilirsiniz.
Eğer hayatımızı değiştirmek ve gerçekten mükemmel bir dünya da yaşamak istiyorsak öncelikle değişimi kendi içimizde yaşamalıyız. Kendinizi, bedeninizi, zihninizi sevin ve bunlara değer verin.
Kendi küçük dünyanızı değiştirin. İstediklerinizi rahatça söyleyin, ifade edin ve ihtiyaçlarınızı karşılayın. Ve unutmayın, kendinizi sevmek ve kendinizi ön plana koymak bencillik değildir.
Şebnem Türkmen - Klinik Psikolog
IG: psk.sebnemturkmen